SALİH BOLAT: TEDİRGİN VE BİLGE
Salih Bolat´ın Era Yayıncılık tarafından yayımlanan son şiir kitabı "Uzak ve Eski", şairin, "Yaşanan" (1983) ile ilk kilometre taşları döşenen, "Bir Afişin Önünde"yle (1986) yaşamın ve bireyin sorgulanmasına yönelen, "Sınır ve Sonsuz"la (1988) bu tavrı çoğaltan ve "Karşılaşma"yla (1992) ivmesini artıran o içsel duyarlığı, kimi kez arkaik bir yönsemeye, kimi kez de sıradan alışkanlıklara karşı ince bir ironiye dönüştürme çabanının klasik bir örneği...
Salih Bolat´ın, gündelik yaşama ve bunun getirdiği sıradanlığa karşı, yüzyılın tedirgin bireyi´nin duyarlılıklarını savunması, şiirinin tipik bir özelliği. Bu tavır, Bolat´ın "Karşılaşma" adlı yapıtında dile gelen "Ben, yani kendini bekleyen nöbetçi" dizesiyle de pekişiyor.
Tedirgin şair, bilgece bir söylem, sıradanlığı yadsıyan bir izlek ve biçemle yarattığı dizeleriyle şiirine arkaik bir tad yüklerken, kimi kez de son derece sıradan görünen duyarlılıkları soylu bir anlatımın nesnesi kılmayı başarabiliyor:
"cebinden çıkardığı posta pullarını gösteriyor.
her an bir mektup yazabilirmiş
oysa bir mektup bile yazacağı kimsesi olmadığını
daha dün söylemişti, bira bardağında parmaklarıyla
ritm tutarken bir şarkıya.
daha dün kendi gözleriyle görmüştü, garın çatısından
havalanan güvercinlerle birlikte uçup gittiğini,
umutlarının. uzun uzun bakmıştı arkalarından.
şimdi, posta pullarında yas tutan
çocuk resimlerine bakıyor." (Posta Pulları)
Salih Bolat, "aşk bizim en eski kederimiz" derken, bir hüznün kalbinde iz bırakan yansısına dokunuveriyor, tıpkı "gülün ilkesidir vaktinde solmak" dizesindeki tevekküle göz kırpan o duyarlık gibi. Ama geniş bir yelpazeden bakıldığında, Salih Bolat´ın tedirginliğinin de, bilgeliğinin de, aslında tevekkülden uzak, savunmaya ihtiyacı olmasa bile son derece gerçekçi ve düzeyli bir şiirsel yapıyla iç içe olduğu yadsınamaz.
Salih Bolat, gerçeküstücü bir kurgu eşliğinde, nesnelerini birbiriyle kimi kez uzlaşmaz kılarak aslında bir bütünsellik sağlayan, en çok da aşk-yaşam-kaçış ve hüzün motiflerini şiirinin değişmez çıkış -ve varış- noktası kılabilen bir şair. Bolat´ın Türk Şiiri´nde özgün bir ses olmayı başarmasında da, bu olguların tümünün sağlam bir örgüsellik içinde birarada durmaları, en büyük etken.
"Uzak ve Eski"deki arkaik tad, şairin özellikle "Sınır ve Sonsuz"la belirli bir düzeye getirdiği teatral biçem ve "Karşılaşma"yla doruğa ulaşan gerçeküstücü kurgu ile yeni bir şiirsel dünyaya kapılarını açıyor.
Salih Bolat´ın bu yöndeki en önemli şiirleri, kitapta yer alan 17 bölümlük "Eski Zaman Şiirleri".
"Krallar bir taş aslana binip giderler, babil´e/şairler, iki kuğunun çektiği bir bulutla" dizeleriyle başlayan bu şiirlerden biri de şöyle:
"büyük iskender pers ordusunu yendikten sonra
halkın attığı çiçeklerden oluşan halı üzerinde
yürüyerek babil´e girerken
uzun bir yolculuğa çıktı arkadaşlar, diyordu
kırmızı bir zambağın içinde
bütün yönleri aldılar yanlarına
bir parça kuzey bile bırakmadılar
dönüş için bir yol, bir yaz mevsimi,
unutmak, dalıp gitmek ya da
hiç bırakmadılar diyordu,
savaşta ölen askerleri için"
Bolat´ın gerçeküstücü anlatımına en tipik ve ilginç örneklerden biri de, "Karşılaşma" adlı kitabında yer alan "İçkonuşmalar" şiirinin son bölümüdür:
"Pulu zarfın üstüne yapıştırdı ve posta memuresine
uzattı. Memure, zarfın köşesindeki küçük delikten esen
rüzgardan kuşkulandı ve zarfı açtı. Zarfın içinde fırtınaya
bulanmış bir kağıt vardı. Memure, kağıdı fırtınadan ayıklayıp
okumaya başladı. Sonra, "bu mektup değil, düpedüz bir vasiyet"
dedi ve fiyat listesinden vasiyet gönderme tutarını aramaya koyuldu"
Salih Bolat´ın yaşama bakışındaki bilgece tavır, aşk gündeme geldiğinde ise gündelik ama sıradan olmayan bir söyleme dönüşüyor:
"diyelim bir şair aşk şiirleri yazmak için
kapı kapı dolaşıp aşk sözcükleri topluyor
diyelim mevsimlerden ilkbahar, elbette aşığız
seni seviyorum´u, alıp başımızı gidelim´i
beni bırakma´yı, mutlu aşk yoktur´u
bildiğimiz bütün aşk sözcüklerini verdik diyelim
leylekler ilkbaharda gelir ya
diyelim, biz geldik onların yerine
badem ağaçları çiçek açar mı yine?"
Stefan Zweig´ın Dostoyevski için yazdığı ve Salih Bolat´ın "Bir Afişin Önünde" adlı yapıtındaki "Yolcu" şiirinin girişinde yer verdiği şu sözler, sanıyorum Salih Bolat´ı da yeterince anlatıyor:
"...ama daima tek başınaydı; duyduğu zevkten nefret ediyor,
mutluluk içerisindeyken bir suçluluk duygusuna kapılıyor, hırsından
daima dudaklarını kemiriyordu. (...) ve insanlık için acı çekmek isteyen
bir çocuktu herhalde..."
Yeri gelmişken, Salih Bolat´ın önemli bir zaafını vurgulamak yerinde olacaktır: İlk kitabı "Yaşanan"la 1984 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödülü´nü alan Salih Bolat, ikinci kitabı "Bir Afişin Önünde"yle 1986 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü´nü, dördüncü yapıtı "Karşılaşma"yla da 1990 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü´nü kazandı. Arada, üçüncü yapıtı "Sınır ve Sonsuz" ise ödülsüz kaldı!
Son kitabını saymazsak, ödül konusunda dörtte üçlük bir başarı (!) elde etmiş Salih Bolat! Bu konudaki kişisel görüşümü belirtmeden geçemeyeceğim: Salih Bolat, ödüle ihtiyaç duymayacak kadar soylu ve özgün bir şiir yazıyor; ama "ödül budalası" bir tavır sergilemeyi sürdürürse, korkarım bu özelliği, şiirsel düzeyinden daha çok konuşulacak.
Salih Bolat´ı 1981´den bu yana çok yakından ve ilgiyle takip eden bir dostu ve kardeşi olarak, şairimizin aldığı her ödülün -kendisi adına- beni çok üzdüğünü itiraf etmeliyim...