MURATHAN MUNGAN VE "METAL"

 

 

     Murathan Mungan, 10. şiir kitabı Metal´de, öteki bazı yapıtlarında ipucu verilen, izleğine rastlanan, ancak bugüne değin tam anlamıyla bütüncül bir yaklaşım halinde tek yapıtta okura sunulmayan yeni bir jargonu bu kez çekincesiz sergiliyor.

     "Metal", bir anlamda, Murathan Mungan´da alışageldiğimiz tarih-birey-gelecek üçgeni kapsamında sorgulanan somut hayatın, bu kez konu edinilen nesnenin içeriden bakışıyla dile getirilmesi sonucu oluşturulmuş bir yapıt.  Aslında, tüm özgünlüğü bir yana, bu çabanın etik açıdan şiire ne getirdiğini ya da getireceğini tartışmak yerinde olacaktır.

     Murathan Mungan, "Metal"de, yaşadığımız yüzyılın modernizm rüzgarları sonucu oluşan oldukça hızlı akımlarına göndermelerde bulunmakla kalmıyor, bizatihi bu akımın jargonunu şiirsel düzlemine -biraz da cesurca bir çabayla- taşıyor. Şiirlerde geçen "sprey boya, hard´n´heavy slowlar, arsenik, montaj hattı, volümler, motosikletli çeteler, sibernetik ve genetik, disko ritmi" gibi imgeler, hayatın bu kesitine ilişkin vargıları aktarmakla sınırlı kalmıyor; eleştirdiği hayat tarzını kendi silahıyla vurmak gibi bir anlama ulaşmayı deniyor. Kısacası, ele aldığı yaşam biçimini -kelimenin tam anlamıyla- postmodernize ederek tanıtıyor bizlere!

     Metal hayatın dilini, bu hayatın reddiyesi için kullanma mahareti, ne yazık ki, aynı zamanda o hayatın basamaklarını sindirme tehlikesini de içinde barındırıyor. Murathan Mungan şiirinde öteden beri zaafı sezilen bu olgu ise şiirsel tadı dışında beyinde bir yığın soru işareti bırakıyor.

     Gerçi Mungan, tiyatro dilini de ustaca kullanmanın avantajıyla, aşağı yukarı her yapıtında bu deneyi cesaretle sergiliyor; ne ki, içeriden bakış, konu etik sorunsala dayanınca, kimi kez aykırı yönlere de işaret ediyor.  Murathan Mungan, eleştirdiği dünyanın jargonuyla o dünyaya oklarını fırlatırken, bu jargonu da düpedüz okura ve edebiyat dünyasına armağan etmiş oluyor! Tıpkı, Latife Tekin´in "Berci Kristin Çöp Masalları", Metin Kaçan´ın "Ağır Roman" ya da Attila İlhan´ın "Dersaadet´te Sabah Ezanları" adlı yapıtlarında olduğu gibi!

     Örneğin, "Sayaç" adlı şiirde yer alan şu dizeler, metal hayatın eleştirisi ile ait olduğu dili aynı düzlemde verebiliyor:

 

     "Şimdi sıra sende

       İmge olma oğlum insan ol

       Sol kaşını kazıt ilk önce

       Birkaç uçuruma takıl

       Çükünü göster birkaç kişiye rahatla

       Bütün bu jelatin kuşatma altında

       Bir teması olmalı hayatının, bir şiir sayacın

       Yoksa vehimler şantaj, işaretler şifre

       Yabancılar düşman, bakışlar gözaltı vesaire...

       Dolaşıma lehimlenmek istediğin yerde

       İlk sığınak: Paranoyayla Ateşkes!

       Takip kameraları eşliğinde Kabul Salonu"

 

     Murathan Mungan´ın bu tip şiirleri daha çok Ludwigshafen´de yazmış olması, metal akımının şiirine yurtdışı gözlemleriyle de pekişen bir duyarlılık sonucu girdiğini tanıtlıyor. Bu trajik hesaplaşmanın gizi de, sanıyorum, aynı tür şiirin oluşum kökenine yansı tutuyor. Yani, `kaygı´ şu olsa gerek: Yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz aşınan bir çağ ve ilişkiler düzlemi var. Bunun kendine özgü dili de, geçici bile olsa, tarihsel yön taşımakta. O halde, bu jargonun kullanılması, geleceğe yönelik ipuçlarını daha güçlü verebilir!

     Murathan Mungan´ın bu kaygısına katılmamakla birlikte, şiirinin oluşum evrelerine göz attığımızda, pek de yabancı olmayan bir tercihin önümüze konulduğuna tanık oluyoruz. Usta bir dramaturg´un, tiyatro dilini, ses ve görüntü efektlerini, oyundaki rolleri komşu alan şiire taşıdığını görüyoruz. Özellikle şiirde sıkça kullanılan yabancılaştırma deneyleri, Metal´in kendi özgün şiirsel sesini de açığa çıkarıyor.

     Ancak tüm bu saptamalar, yapıtın tamamında o yabancı ses´in egemen olduğu anlamına gelmiyor kuşkusuz. Dozu her ne kadar metal´in jargonundan yana fazla görünüyorsa da, Murathan Mungan´ın alıştığımız muhalif tavrı yapıt boyunca kendisini iyiden iyiye hissettiriyor:

 

     "Bak bu son ekspres, hızlı metro

      Doğudan-Batıdan gelip gidenlerin kavşağında

                                          oyalanmaz: Sirenler!

      Ve son bir uyarı sana:

      Ait olmadığın her iki dünyadan da

      Bir sentez yapmaya kalkma

 

      Makas değiştirmez son trenler"

 

     "Metal"de, Mungan´ın yeni deneyine ara verip yeniden kendi sesini fısıldaması süreci ise "Samuray" şiiriyle başlıyor. "Bir bulmaca gibi çıktın ortaya/Parçalarını yanlış yerleştirmişler/Ve sen bunun nedenini asla bilemedin" dizeleriyle gönderme yapılan ve takvimlerin değiştirmediği samuray´ın öne sürdüğü gövdesi ise bir kılıca benzetiliyor.

     Murathan Mungan´ın betimlemelerle özelliklerini sıraladığı ve her dizesinde kimliğinden ipuçları verdiği nesnelerinin, "Samuray"da da klasik anlatımına uygun şekilde dile geldiği görülüyor. Şiir, "Çünkü sen bir samuraysın/Çünkü o bir samuray/Ölüm ve aşk birlikte uyur/Kendine tapınmanın mabedi/üstüne kapanırken" dizeleriyle tamamlanır. Samuray´ın, lirik yönüyle öteki şiirlerden ayrıldığı da söylenebilir.

     "Alkatraz" da, Mungan´ın şiir/düzyazı şiir ikilisini birarada sunmayı amaçladığı özgün şiirlerden biri. Metal dünyasının kendine özgü duyarlılıkları zaman zaman belirse de, bu şiir, Mungan´ın hayata yönelttiği sorular ile çoğu kez alamadığı yanıtlardan örülü. "Mutsuzluk da zamanla kazanılıyor/Bunu öğreniyor insan" dizeleriyle dile gelen bu soru/yanıtsızlık düzlemi, şiirin asıl sorunsalını anlatan şu dizelerle son buluyor:

 

     "Uzun veda sözleri kısa yolculuklar için

     sanılır. Oysa herkes için keşfedilmesi gereken tek gerçek

     vardı: Ayrılık

     Basit bir sözcükken bütün boyutlarına büyüyen ayrılık

     Atılmış bir yılan derisine ulaşıncaya kadar, Ayrıldığımızı

     bile unutuncaya kadar ayrılık

     Tutumlu harcanmış hiçbir şeyimiz yoktu hayatta

     Şimdi olacaktı. Eğer ayrılmayı becerebilmiş olsaydık"

 

    

     Murathan Mungan´ın metal hayat´a tepkisini dile getiren şiirlerden en önemlisi olan "Vaz Çağ"da ise anıların, kimliğin, geleceğin ve insanın örselenmişliği canlanıyor: "Vaz çağ geçtiğimbu yüz yıl/beni hiçbir yere geri göndermiyor". Bu kısa şiir, modern dünyanın yaşadığı çelişkiler ile çağın ulaştığı boyutları simgeleyen "vaz geçiyor kendinden çağ/yeniden milyonlarca insanölecek/laser ışınları feodal topraklarda" dizeleriyle bitiyor.

     Mungan´ın "Graflar" adlı düzyazı şiirinde de, kitabın sorunsalı açıklanıyor:

 

     "Grafların kesinlediği hayatları şiir yeniden bulandırır.

     Dünyanın en yorgun en yaşlı sanatlarından biri olan

     şiir belki de hala bunun için yazılmaktadır. Metal

     bir dünya, yalancı bir modernizmin sakladığı şiirin yeniden

     büyük bir imkan olduğunu görmemize yarayacaktır, son yüzyılın

     belli başlı bütün bilimadamlarının, antropologlarının, teorisyenlerinin

     yazdıklarındaki gereğinden fazla şiir yükü bunun göstergesi olsa gerektir.

     Her karmaşa döneminden sonra herkes kendi yükünü yüklenir

     Bu da öyle."

 

     Kitapta yer alan "Kutres" şiiri ise Murathan Mungan´da tadını sıkça duyumsadığımız özgün eğretilemeleri ve imgeleri içinde taşıyor. "Üç kez okuyun beni görüneyim" gibi dinsel/büyüsel dizelerle ritm tutan bu şiir, "geçmişte melek, gelecekte androjen" olarak tanımlanan Kutres´in dramını/sevincini anlatır.

     Mungan, `melek´ ile `androjen´ arasındaki sürece gönderme yaparken de, "arasında sizinzavallı ve kilitli tarihiniz yatıyor/onda dokuzunu kullanmadığınız beyniniz kadar olan tarihiniz" dizelerini kullanmaktan çekinmiyor.

     Şiir, "bir bedenden diğerine çekilirken/bir ikonda kırılmış okum/kayıp bir Kur´an sayfasında bulundum/Kutres´im ben indim aranıza kanatlarımı açıyorum" dizeleriyle bitiyor.

     Murathan Mungan´ın, modernizmin çelişkilerine gönderme yaptığı "Manşet" şiirinde yer alan "Hayatıma manşet istiyorum/Birkaç manşete ihtiyacım var, günler tekdüze" dizeleri ise ne yazık ki garip bir rastlantı sonucu -hiç de haketmediği halde- gerçekleşmişti. Üstelik bu kitabın yayımından aylar sonra...

     "Metal", kitapta yer alan bazı şiirlerden birer dizenin kullanıldığı "Bis" adlı şiirle sona eriyor. Oldukça özgün bir yan taşıyan bu şiir, yapıta adını veren metal dünya ile Murathan Mungan´ın asıl özlediği dünyanın sesini aynı perdede sunmaya çalışan bir vurgu olarak da okunabilir... 

 

 

 

 

 

Sombahar dergisi, Ocak-Şubat 1996, Sayı: 33

Bu içerikle ilgili diğer bağlantılar

Cihan Oğuz, 2005-2017

Cihan Oğuz Facebook  Cihan Oğuz Twitter  Cihan Oğuz Instagram

Web Sitesi Tasarımı ve Yönetim Paneli