GÜLTEKİN EMRE: GURBETTEN BİR TÜRKİYE NEFESİ...
Berlin’de Türkçe yayımlanan Şiir-lik dergisinin Yayın Yönetmeni, şair Gültekin Emre’nin “1996 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü”nü kazanan “Taşı Sula” adlı yapıtı -sonunda- okur karşısına çıktı. Kitaba adını veren “Taşı Sula” ile “Orayı Biliyorum” ve “Sorma Beni” başlıklı üç bölümün bulunduğu yapıtta 30 şiir yer alıyor.
Dünyada bir ‘gurbetçi’ olduğunu, haykırmaya ihtiyaç duymadan, usulca ve okurun yüreğine adeta şırınga ederek duyuruyor Gültekin Emre. Geçen yıl katıldığımız Bursa EdebiyatGünleri’ne birlikte giderken otobüs yolculuğunda okuma şansı bulduğum “Taşı Sula”, Gültekin Emre şiirinde de önemli bir kavşağa işaret ediyor. Dizelerinde, alışageldiğimiz humour ile yaşamın trajik boyutunu hep birarada sunan ve bu karmaşadan özgün bir şiirsel bütünlük çıkarmayı başarabilen Emre, bu yapıyı doruğa ulaştıran yepyeni dizeleriyle sesleniyor:
“Gece ağaçsız bir parka uzanırdı, çıplak ömrüme de üşenmeden
Üşürdük çok üşürdük ve ölürdük üşümekten hasta olmadan
Bir kalıp sabunluk ömrümüze acırdık uzaktan uzağa ne olacak
Bu gövdenin hali derdik birbirimize, ne olacak dünyanın hali
Değer verdiğimiz fotoğraflarımız baştan çıkmıştı işte
Baştan kara etmişti ömrümüz herkesin gözleri önünde
Baştan kara gidiyordu artık yelkensiz yelkenlilere benzeyerek.”
Dünyayla adeta “maytap geçer” Gültekin Emre: Dilin olanaklarını kullanarak bilinçli şekilde oluşturduğu tekrarlardan kurulu şiirsel yapı, biçim denemeleriyle de pekişip, okura şaşırtıcı bir kurmaca yaşantı sunar. Bir şairin yaşam trajedisi belirir usul usul bu dizelerde. Gündelik hayatında da o sıkça kullandığı “halkımız” sözü, “Söyleşi yapılacak bu sofranın başında, resimler çekilecek/Yarın halkımız okuyacak kaçıncı enlemde seyriyor gözüm” dizelerine de yansır. O artık, “Batık bir gemi yüküyüm dalgıçları bekleyen” dizesinde ayak izleri belli olan bir gurbetçidir...
Yapıtın en çarpıcı şiirlerinden “Örnek Ölüm”, tam da bu ayak izini yansıtır:
“Kurtuldu, sonsuzluğun kucağına uzandı
Kapandı kapı, açıldı uzun merdivenlerin yolu
Geçit vermez günlerde eksik etekler
Sildiler gözyaşlarını güldikenlerine
Kapandı su kendi kaynağına, kilitlendi rahmet
Kurtuldu, tuzaklara sarılı uyumaktan
Açılır-kapanır bir masada ağırladı gençliğini
İnişli-çıkışlı bir yaşamın sonuna yetişti
Sildi tüm yaslı yaşlı (kaç gösteriyordu) gözyaşlarını
Ömrünün penceresine tüneyen kuşlar tüneksiz kaldı
Kapandı gök, kendi boşluğuna sarıldı.”
Gültekin Emre’nin bu şiiri, “Kurtuldu, gölgesine mektup yazmaktan” dizesiyle biter.
Şiirlerde dile gelen yalnızlık, “Boşlukta iki yolcu bekliyor:/birini hiç görmedim/ötekinin sırtı bana dönük” dizelerinde iyiden iyiye belirir. “Yüzünde Geziniyorum” şiirindeki “Gazeteleri tarar durmadan otuz yaşım/Benimle en çok uğraşan, beni deli eden yaşım/Kırkıma gelmeden yaşamadığı kalmayan/Doğum günlerim, sizin için bu kısa mektup/Yanardağ ağzına bayrak çeken kaçıncı yaşımdı” dizeleri de bu duyguyu tamamlar.
Gültekin Emre, “Ömrüm gün sayıyor ömründen/ömrüm kuş besliyor altın kafeslerde/ömrüm üç günlük, gitti ikisi” derken de, yine ‘gurbetçi’ yanına atıfta bulunur. Ve kitap, “Çıkış” şiiriyle sona erer:
“Ömrümün incelen kalesi
Ağ atılmış dağın dostu tığ
Kilidin özlediği anahtarlık
Sığ sığınakların hafifmeşrep gecesi
Ceneviz sandığı, osmanlı sandukası
Ceviz ağacı gölgesi vasiyeti
Köy mezarlığı son adres
Baba tanımıyorum sesini
Anne sulayamadım çiçeklerini
Ömrümün öpülesi nefesi
Kaldır gurbetin eteğini
Kilide sarılı örümcek.”
Sırası gelmişken, belirtmeden geçemeyeceğim: Gültekin Emre’nin şiiri elbette sadece gurbet duygusuyla sınırlı kalmayacak bir dizeler zenginliğini barındırıyor. Şiirinde yer alan ustaca dilsel kurmaca ile eğretilemeler de bunu yeterince kanıtlıyor zaten. Ama, Gültekin Emre ile Bursa’ya giderken aramızda geçen kısa bir diyalog, hatırladıkça hala içimi acıtıyor: Emre, Bursa’daki iki günlük sempozyumun ardından İzmir’e geçecekti, ben yine İstanbul’a dönecektim. Ertesi hafta da uzunca bir bayram tatiline rastlıyordu. Bunu söylediğimde, Gültekin Emre’nin, “Şimdi sen annenin bayramda yapacağı böreklerden de yersin. Bir lokmasını yerken şu gurbetçi ağabeyini de hatırla, olur mu?” sözü bana çok dokunmuştu.
Nedense, o bayram ağzımdan bir lokma börek geçmedi.
“Taşı Sula”, işte o taşa çalınmış ömrümüzdeki dehlizlerde her nasılsa canlı kalmayı başaran kır çiçeklerinin kokusunu, yalnızlığını ve trajedisini yansıtıyor.
Cumhuriyet Kitap, 24 Eylül 1998