HASAN HÜSEYİN: ŞİİRDE ARABESKİN ÖNCÜSÜ
Türkiye’nin yaşadığı çok boyutlu karmaşanın şiire de yansıdığı bir gerçek. Özellikle 1940-1980 dönemi, gerek toplumsal yapıdaki karmaşık ilişkilerin dolaylı/dolaysız yönelimi, gerekse bu ilişkilerin neden olduğu ifade biçimlerindeki kopukluklar nedeniyle, şiire gereğinden çok misyon yüklenmesine yol açmış; ifade biçimlerinin marazilikten sıyrılamamış olması da, hem şiir ile ideoloji arasındaki doğrudan etkileşimin “tartışılır” bir düzeyde süregelmesine, hem de şiirin nesnesinin ideolojiden kopmasına, hatta karşıt bir yönelime doğru uzanmasına neden olmuştur.
Şiir ile ideoloji arasındaki kopukluğu bizzat kendi şiirinde hissedemeyen şair ile bu şiirin savunucusu olmak zorunda bırakılan okur, eleştirellikten yoksun bir sanatsal sürecin iki halkasını oluşturmuştur. Eleştiri denilince ilk anda olumsuz bir imajı aklına getiren okur ile şair, azgelişmiş toplumun kültürel özelliklerine angaje olan tavırlarıyla, varolan egemen ideolojinin tutucu yönünü dolaylı olarak benimsemiştir.
Türkiye’nin son 30 yılda yaşadığı karmaşanın şiire böylesine “ağır hasar” vermesi karşısında bile hala bu çemberi kıramayıp kentleşemeyen ve “halkımızın” feodal değer yargılarının şiirdeki koruyucusu durumuna gelen şairler, eleştirmenlerin de benzer saplantılarla şiirlerine ideolojik/kuramsal çözümlemeler ve açıklamalar getirmeyişlerinden yararlanarak, çağı aşması/sorgulaması gereken bir şiirsel baz’ı oluşturamamışlardır.
Kaldı ki, dünyayı değiştirmeyi ilke edinmiş bir ideolojinin, daha kendisindeki saplantıları bile çözümleyememiş şairlere ne derece gereksinim duyacağı da tartışılır. İdeoloji ile şiirin doğrudan ilişkisi, “İnsaniolan hiçbir şey bana yabancı değildir” savındaki kuram gözönüne alındığında, öznel bir boyut olarak, şairin yazdıklarının da buna bağlı olarak sorgulanmasını zorunlu kılar. Bu durumda şair ya yalnızca kendi “özgür politikasına” koşut bir şiirsel baz oluşturacaktır ya da bir misyon adına, ideolojik olarak bağımlı ama poetik olaraközgür ve özgün bir şiirsel baz’da deneye girişecektir.
Türkiye’de birinci seçeneği benimseyen şairler için bu açıdan bir tutarsızlık sorunu yoktur. Ama ikinci seçeneği benimseyerek bir misyon adına şiir yazdığını savlayan sözde ideolojiye bağımlı şairler, hem savunulan ideolojiye çok aykırı bir şiirsel biçimleniş oluşturmuşlar, hem de bunu ideolojiye maletmek istemişlerdir. Burjuvazinin reklam sektörünü aratmayan bir “hararet” içinde “toplumcu gerçekçi”liklerini ilan etmişler, fakat gerçekçiliği bile tartışılan dizeler yazmışlardır. Üstüne üstlük, şiirin kullanım alanı içinde birbirini kollayan ve gözeten kabileler kurmuşlar, şiirin ve düşüncenin gelişimi yönünde bir çabaya girişmemişlerdir.
Türkiye’de sol adına şiir yazan birçok şair, solun kuramsal yanıyla ilgilenmemiş, estetik yönünü irdelememiş, yalnızca el yordamıyla oluşturulan yanlış bir şiirsel biçimlenişi Türkiye okuruna “örnek” diye sunma cesaretini bulabilmiştir!
Toplumcu Türk Şiir Tarihi, ne acıdır ki (birkaç olumlu örnek dışında) tamamen Feodal Türk Şiiri’nin istilasına uğramıştır. İdealist olarak suçlanan şairler kadar bile maddeci olamayan bu tip şairler, toplumun düzeyini aşmamak gerekçesi ve korkusuyla, toplumsal mücadelenin de gerisinde bir şiirsel anlayış geliştirmişlerdir...
Türk şiirinde, marazi duyarlılığı arabeske dönüştüren ve bunu “toplumculuk” adına lanse eden şairler, geride yalnızca çektikleri acıyı, önemli bir hapishane olgusunu, nostaljik içki sohbetlerini ve yılgın bir şiiri bıraktılar. Ne acıdır ki, eleştirmenler de bu kurala boyun eğdiler; şairlerin çektiği acıyı ve yattığı hapishaneyi, yazdıkları şiirden önce değerlendirdiler, ortaya konulan ürünlerin olumsuz yanlarını ise görmezlikten geldiler.
Hasan Hüseyin’in şiiri hakkında da, özellikle ölümünden sonra eleştirel bir değerlendirme yapılamadı. Tabuların Türkiye’de öylesine gizli bir iktidarı vardı ki, kimi şairlerin dokunulmazlığı bir tür yasa biçimini almıştı. Bu şairler eleştirilemezdi, çünkü ideolojimiz onların yazdıklarıyla “ruh” buluyordu! Feodal şairlerimiz “Allah ne verdiyse” kağıda dökmüşlerdi, yazdıkları kutsaldı! Öyle kutsaldı ki, Hz. Muhammed’in sözlerini çağrıştıran “Karımsın/dölümü paylaşan tarlamsın benim” (1) dizeleri bile yine ideoloji uğruna gözden kaçıyor, Hasan Hüseyin’in şiirdeki kuramsal/ideolojik sorgulaması tabular nedeniyle bir türlü yapılamıyordu...
Hasan Hüseyin şiirinin tek önemli işlevi, bu şiirin geniş kesimlere ulaşması ve bu kesimlerce benimsenmesidir. Bu, konunun sosyolojik yanını oluşturur. Estetik ölçüye vurulduğunda ise çoğunlukla tekraradayalı, türkü tarzı söylemi oldukça belirgin ve feodal tarzda bir şiirsel biçimlenişin Hasan Hüseyin şiirinin asıl karakterini oluşturduğu görülür. Halk şiiri söylemini güncel ile bütünleştirerek kendince özgün bir deneye girişen Hasan Hüseyin’in bu konudaki çabası da tam anlamıyla başarıya ulaşamamış, yalnızca kulağa seslenen şiirsel örgü, azgelişmişliğin bir vurgusu olarak şiirimizdeki yerini almıştır. Sürekli tekrarlanarak önemi vurgulanmaya çalışılan şu dizeler, Hasan Hüseyin şiirinin genel biçim yapısını tanıtıcı niteliktedir:
“geh cerenim geh cerenim geh bili bili
geh güzelim geh güzelim geh bili bili
sen ki bıçağa büyüdün
meletelim oğlak seni
geh bili bili
geh bili bili
geh bili bili dağlar güzeli” (2)
Daha çok türkü biçiminde oluşturduğu dizeleriyle şiirine yön veren Hasan Hüseyin, maniler de yazmıştır:
-“kirpiyi ellemeli
acıyı dillemeli
sevmek nedir bilmezin
anasını bellemeli” (3)
-“gidişi sapık bildim
soyguna yatık bildim
ben sövgüyü a dostlar
ekmeğe katık bildim” (4)
Sövgüyü çokça benimseyen Hasan Hüseyin’in şu dizeleri de, savunduğu ideoloji ile yazdığı şiir arasındaki uzaklığın derecesini yeterince veriyor:
“ulan ben senin ananı avradını ırzını
nikahını takım taklavatını
soyunu sopunu
sülaleni ben şimdi senin ulan
yani ben şimdi senin nereni allayıp
pullayayım a salamura
nereni dişleyeyim, nereni pışpışlayayım
ben şimdi senin a saraka
en mundar ırmakları en solucan
karanlıkları çizdim de çirkinliklere
ben böyle yıkılmışlık görmedim babah babah
he vallah
he billah” (5)
“Yıkılmışlık” bir anda ideolojiyi zorlar, sonra arabeske yönelir; artık mazoşisttir Hasan Hüseyin: “bilsen ne güzel yıkılmışlığım/git-ona git-çek gözlerini-ben yorgunum yokluğuna” (6). Arabesk söylem, Hasan Hüseyin’de “devrimcilik” ile iç içedir:
“ben bu hüznü anamsütü gibi emdim
çocukluğumda
ben bu hüznü yıllar boyu
taşıdım sevda gibi
en kavgacı
en bıçkın
ve en güleç şiirlerimde bile benim
nabız gibi atıp durur bu hüzün” (7)
Duyarlılık, yerini bulmuştur artık. Bununla da yetinmez Hasan Hüseyin, “halkını” açıkça mazoşizme çağırır:
“ey beni bilmeyenler
konaklayıp geçenler o topraklardan
acı çekin önce biraz
sonra okuyun şiirlerimi” (8)
“Acı” teması öylesine histerik bir durum alır ki Hasan Hüseyin şiirinde, ideoloji bir anda “zaafa” uğrar:
“acı çektim günlerce
acı çektim susarak
şu kısacık konuklukta
deprem kargaşasında
yaşadım bir kaç bin yıl
acılara tutunarak
acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimiz de” (9)
Artık bir varoluşçu kadar dünyadan bezgindir Hasan Hüseyin: “insan karıştırıyor bazan/ölmek mi yaşamak/yoksa yaşamak mı ölmek” (10). Hele hele, “içme deme içme deme n’olursun/acıdaki tatlılığı bilirim” (11) dizeleriyle Hasan Hüseyin’in ideolojik/kuramsal sığlığı daha bir belirginleşir. Öyle umutsuzdur ki şair, “güzel günler sizin olsun kardeşler/gözüm yok benim/bir minicik cırlangıcım/koca dünyada/güzel günler eski türküm” (12) diyerek, bunu iyice ifade eder. Hasan Hüseyin’in şiirinde kadercilik de hissedilir:
“acılar mı çekmedik yaşamak için
ölümler mi seçmedik daha güzel günler
uğruna
hergün ölüm hergün umut hergün
yoksunluk
kim yazdırdı adımızı kara tahtaya” (13)
“Kara tahtaya” adımız yazılmıştır bir kez, tanrı günahlarımızı bağışlasın!... Varoluşçu düşünce bilinçaltından su yüzüne öylesine çabuk çıkar ki, “ölmek elbet büyük yıkım ama ondan beteri/yaşarken duymak bunu” (14) derHasan Hüseyin ve ekler: “yere batası şehrin tek yalnızıyım” (15).
Toplumcu ideolojiye “cürüm” oluşturan yukarıdaki belirleme, “mülkiyetin dayanılmaz hafifliğini” duyuran şu dizelerin yanında oldukça “masum” kalır:
“kendi evim diyebilmek ne güzel
fırtınalı bir yağmurda bir çalı gibi
tipili karanlıkta bir saçakaltı
karakışta ot kokulu bir kovuk
ballı sıcak bir kovan” (16)
“Kaçışı” özlemektedir şair ve dinginliği aramaktadır. Öylesine özlem duyar ki dinginliğe, yoğun mücadeleden dolayı isyan eder:
“unutturdular bize
hepsini hepsini hepsini bize
karı avuçlamayı
öpüşmeyi dallarla
sarıkızla sevişmeyi
unutturdular bize” (17)
“Kar avuçlamayı” unutmuştur toplum, ama buna da çare bulur Hasan Hüseyin:
“belki de en güzeli
en yiğitçesi
denize dalar gibi dalmak kavgaya
anılarda yaşamak
alın ulan kavat oğlu kavatlar
alın ulan deyyus oğlu deyyuslar
alın da düşün yola” (18)
“Denize dalar gibi” kavgaya dalmak ve “anılarda yaşamak” en güzeli ve en yiğitçesi olarak sunulur okura. Bununla da yetinmez şair, “kara bir tablo” oluşturur: “mutluluğu hiç görmedim/ama tanıyorum yokluğundan” (19)
Feodal Türk Şiiri’nin en belirgin zaafları Hasan Hüseyin şiirinde yer alır. İdeolojik açıdan fire veren, dağınık ve tavizkar şiirsel baz, küçükburjuva duyarlılığına bile ulaşamayan garip bir varoluşçu sınırda bocalar durur. Mutsuzdur Hasan Hüseyin, bunun suçlusu olarak da “halkını” görür:
“ben hep onlar için söyledim şiirlerimi
onlar için yazdım bütün yazdıklarımı
ne çektimse bunca yıl, onlar uğruna
istedim ki duyar gibi yağmuru duysun
yüreklerinde
istedim ki tokat gibi insin suratlarına.
İstedim ki desinler
işte bizim de şairimiz
işte bizim de sesimiz
işte bizim de
kurtuluşumuz
demediler bir tek gün
demediler bir tek gün
ağaçlar anladı beni
kayalar sular yollar
ama onlar anlamadı
ama onlar iğilmedi şiirlerime” (20)
Her kitabı birkaç baskı yapan Hasan Hüseyin, halkının kendisini “kayalar kadar bile” anlamadığından yakınır! Klasik küçükburjuva şairi ağzıyla yazılmış ve sol açısından sınıfsal bir temele dayanmayan bu dizeler, şairimizin Feodal Türk Şiiri’ndeki geniş yerini hazırlar.
“Kadın” konusunda da oldukça feodal düşünceye sahiptir Hasan Hüseyin. “Simon Dö Bouvar’a Açık Mektup” adlı “mizahi şiir”, hem Hasan Hüseyen’deki erkeklik saplantısının boyutlarını, hem de şairin “kadın özgürlüğü” konusunu nasıl hafife aldığını göstermesi açısından, örnek bir feodal şiirdir. Hasan Hüseyin, kadın-erkek eşitliği sorununu “mizah kılıfı” altında irdeler:
“kadın denen o meçhul’ü
bilmem ki nasıl alıştırmalı
fareden korkmamağa?
Üstyapısal bir olay mıdır bu korku
yoksa altyapısal mı” (21)
“Kadın özgürlüğü” konusunda oldukça alaycı bir tutuma sahiptir şair. Erkeklerin ayakta işeyebilmesini bile -tabii yine mizah gözüyle!- bir üstünlük olarak görür:
“evet bir de şu var yani
hani şu ayakta işeyebilmek
işeyememek
...
çünkü efendim
ne zaman çıksak çişe
boy hedefi gibi dikilip dursak
hele de çokça kaçırmışsak şarabı
bidon bidon birayı yuvarlamışsak
caddeler de karanlıksa o saatlerde
gölgeler dantel dantel
bana inanınız ki lütfen
kurt kapacak sanıyoruz mereti
korkuyoruz
korkuyoruz
sayın simon dö bouvar
dehşetli korkuyoruz!
Korktuğumuz içindir ki
gizleyecek bir köşecik arıyoruz
mereti!
azıcık tehlikesiz
azıcık tehlikeli
yani serüvenimsi
-ne bileyim-
sıcacık bir köşecik” (22)
Artık erkeğin “farklılığı” kanıtlanmıştır! Erkeğin mereti vardır ve “sıcacık bir köşe” aramaktadır. Kadın ise bundan yoksundur! Bu mizahi şiir, “ulusal” bir senteze de ulaşarak, okura “cinsellik dersi” verir: “bizde delikanlılar/kadın denen o meçhul’e/kancık eşşek gerçeğinden varırlar!” (23)
Hasan Hüseyin ve Feodal Türk Şiiri’nin diğer şairleri, kadın sorunu konusunda aynı duyarsızlığa sahiptir. Onlara göre kadın sorunu diye bir şey yoktur! Olsa bile, ileride, “bizim düzenimizde” kendiliğinden çözülecektir; tabii “fareden korkmak” türünden “kalıtımsal” ve “kadına özgü” korkular dışında!
Hasan Hüseyin şiiri, tipik bir şarklı duyarlılığını yansıtan, çoğunlukla kaba ve sığ, mazoşist, içedönük ve varoluşçu bir içeriktedir. Verilen örneklerin de tanıtladığı gibi, bu şiirsel baz’ın toplumcu ideolojiye uygunluğu tartışılır. Eleştirel söylemi reddeden, sövgüyü çokça kullanarak popülistleşme kaygısı güden bu şiirsel baz, arabeskin şiirimizdeki ilk belirgin örneğidir.
Bu konunun şimdiye değin açıkça tartışılamamış olmasını ise kendisini sürekli tekrarlayan Hasan Hüseyin’in sabırlıca okunmamışlığına bağlamak istiyorum; eleştirmenlerin “dürüstlük” ve “nesnellik” ölçütlerine asla...
Edebiyat Dostları, Ekim 1987, Sayı: 6
NOTLAR:
( 1) Hasan Hüseyin, Oğlak, Bilgi Yay., Ankara: 1976, sf. 27
( 2) A.g.e., sf. 24
( 3) Hasan Hüseyin, Filizkıran Fırtınası, Bilgi Yay., Ankara: 1981, sf. 156
()4) A.g.e., sf. 147
()5) Hasan Hüseyin, Oğlak, sf. 122
( 6) Hasan Hüseyin, Kavel, Bilgi Yay., 3. Basım, Ankara: 1973, sf. 20
( 7) Hasan Hüseyin, Haziranda Ölmek Zor, Bilgi Yay., Ankara: 1977, sf. 262
( 8) A.g.e
( 9) Hasan Hüseyin, Kandan Kına Yakılmaz, Bilgi Yay., Ankara: 1985, sf. 208
( 10) Hasan Hüseyin, Kızılırmak, Bilgi Yay., 5. Basım, Ankara: 1975, sf. 58
( 11) Hasan Hüseyin, Işıklarla Oynamayın, Bilgi Yay., Ankara: 1982, sf. 32
( 12) A.g.e., sf. 13
( 13) A.g.e., sf. 95
( 14) Hasan Hüseyin, Filizkıran Fırtınası, sf. 42
( 15) Hasan Hüseyin, Temmuz Bildirisi, Bilgi Yay., 3. basım, Ankara: 1981, sf. 38
( 16) Hasan Hüseyin, Filizkıran Fırtınası, sf. 127
( 17) A.g.e., sf. 175
( 18) Hasan Hüseyin, Acıyı Bal Eyledik, Bilgi Yay., 5. basım, Ankara: 1980, sf. 139
( 19) A.g.e., sf. 120
( 20) A.g.e., sf. 12
( 21) Hasan Hüseyin, Koçero Vatan Şiiri, Bilgi Yay., Ankara: 1976, sf. 150
( 22) A.g.e., sf. 148
( 23) A.g.e., sf. 158