DAĞDA ÇÖREKLENMİŞ BİR DENİZ FENERİ
Türk şiirinin "kadri bilinmeyen" şairlerinden Azer Yaran, "Mayıs" (Türkiye Yazıları, 1979) ve "Burada Günışığı Türk" (Gibi Yayınları, 1996) adlı yapıtlarından sonra, "Deniz ve Ten"i de okurlarına sundu. Toplam 24 şiirden oluşan yapıt, Yesenin'den Pasternak'a, Puşkin'den Lermontov'a kadar pekçok Rus yazarı dilimize kazandıran Azer Yaran'ın birincil özelliği olan şairliğini bir kez daha hatırlatıyor şiir dünyamıza.
Yaran, "Giz Menekşesi" adlı şiiriyle başladığı kitabında, tıpkı "Burada Günışığı Türk"te olduğu gibi, doğanın fısıltısını insanın içsel çığlığı ile birarada sunarak, şaşırtıcı bir dünyayı getiriyor önümüze: "Küller içinde doğruldum, adımlarım/toprağı duymuyor, toprak duymuyor adımlarımı,/bulutlar küf çilleriyle göğe işliyor,/karanlık akışta su düşmüş, kanlı kazılarla/alabora olmuş yer, gökte ölü yüzlerinden/kurulu piramitler, küller içinde/doğruldum."
"Deniz ve Ten"in arka kapağında Ahmet Telli'nin belirttiği üzre, "Toprak bir yoldan karşıya geçmeye çabalayan bir tırtıl kadar aceleci, o tırtıl kadar sabırlı... Bu izleğin, insan ömründeki metaforlarıdır Azer Yaran'ın şiiri..."
Yapıt, güncel dünya ile bağını asgariden öteye atmış, sonsuz bir doğa hüznünü yansıtan, zaman zaman arkaik söyleme göndermeler yapmasına karşın -Yesenin'de olduğu gibi- hep taşralı bir yalnızlığı dile getiren şiirlerden örülü. 'Örülü' diyorum; çünkü dizelerin vurgusu ile zamana bağlanmayan o tanımsız kımıltı, bir yılanın sessizce söylediği şarkıdan, ısırganotunun rüzgara direnen varlığına uzanan olağanüstü bir doğa senfonisini yansıtıyor:
"Susak çalısında ömrün dolandı
tek açtı gül sisler içinde
gülü söze yazdım yazı güllendi
geceye gülü yazdım allandı kara
allandı aşkın yoğunluklara
ağdı düşüncenin sesi içinden
susak çalısında ömrün dolandım
dolandım tek gül derdim güller içinde" (Gül Üstüne Çeşitleme)
Kimi şiirlerinde bir 'türkü' tadı açığa vursa da, Azer Yaran'ın genel şiirsel anlayışında, içsel dünya ile dış dünyanın buna uymayan piramitleri hep sonsuz bir çelişkiyi yansıtır. "Komşuda Ölüm" şiirinde olduğu gibi, benliğimize belki de asıl yönünü kazandıran o küçük ayrıntılar, unuttuğumuz birer yıldız kümesi olup gecemizi şaşırtırlar:
"Ten söndü. Ruh alevinin
ardında bıraktığı köze
şeytan fişekleri attılar.
Patladı söndü patladı ağıtlar
gömme törenine yetiştiği sürece
uzak oğullar kızlar torunlar."
Artık "avlu ateşinde kara kazanlar/derin bir soluğun erinçli telaşında"dırlar, ölü evinde ve "Dut ağacının ışıltılı yapraklarından/uzun uzun bakıyordu gümüşlenen ay/süren yaşam parçasının camekanlarına doğru"...
Kendisini bir hayli içe çeken bir hayatın bilmediğimiz ya da bilmek istemediğimiz kasveti yer alır "Deniz ve Ten"de. Okuyanı o diyarlara sürükler, koparır götürür bizi somut ve basit hayatımızdan -bir başka basit hayatın önemli ayrıntılarına! Bu dünyasal çelişki, aynı gökyüzünü paylaşan ayrı hayatların trajedisidir biraz da. Azer Yaran'ın şiiri, işte bu gerçeği kanatır:
"ruhum --su tozu rüzgarda
bin yıl sayıkladı ruhum --onmadı
özünü sürer kıyıya deniz
postunu soyunur deniz dağılır
ruhum bin yıl sayıkladı
bin yıl eğninden devrildi sözü
bedenin su-düşümü tozudu
akşamla kararır günle ağarır
deniz öz teni yüzülen su'ca
özünü süre süre kıyıya varır
diplerin kütleyi koştuğu uca
özünü sürer deniz --kumda taranır
akşamla kararır günle ağarır
duyum benim --su, usum-- kara
enel-hak acunda ruhum yüzüldü
ruhum! sevgilim --köpük tanrıça" (Deniz ve Ten)
Sonunda, "dağda çöreklenmiş bir deniz feneri" olan o içsel yalnızlık, "Şaire Ağıt" şiirinde olduğu gibi, asıl kimliğini ortaya koyar: Her şey doğal, "bir yağmur damlasına gömün onu" diyecek kadar dünyasal, "bir kır masalına gömün onu" şeklinde haykıracak denli de büyüseldir; ne ki, bu son 'vasiyet', kitabın bitiş çığlığı olur:
"bin köy kitaplığına bürüyün
anayurdun ana'sına bürüyün
mananın gözesine bürüyün
göksel damda sesini kasırga basar
soluğunun humusunda Azer ölür
şair! ölümün üzre bir filiz sürmüş--
Azer'in türküsüne gömün onu
şiirin uzamına gömün
tanrılar zamanına gömün."
Cumhuriyet Kitap, 23 Temmuz 1998