O SESSİZ EFSANE
Tutunduğun kabuslar içimi tırnaklıyor
Orada bir çocuk alnına kan sürmekte uğur getirsin diye
Aşk kaç bucak ötede? Kimse bilemedi, amansız kanamalar devam
Kanamalar soluksuz devam, bir derviş yön gösterse herkesin adımları ters yönde
Kır düştü mevsimsiz yaprakların üstüne
Kıraç yolculukların kenarında hep ortası siyah işaret direkleri...
İğne yapraklarını döküyor ayın kalbinden vurduğu o ağaç
Evimizin duvarında yaralı bir resim asılı şimdi
Baktıkça gözlerimiz yoruluyor o renkler karşısında
O renkler gözümüzün fer nöbetçileri,
Kalbimizin gerili damarı,
Alnımızın geciken akı.
Ay selamsız kalmışsa şimdi Tanrı’dan habersiz bir hiledir bu...
Güpegündüz altımdan kayan koca bir taş idi o
Yarattığı boşluğu kimse farketmeden binlerce nergisle kapatan
Bazen alabildiğine cadı
Tırnaklarını hayata geçirirken
Benim de canım çok acıyor
Canım çok acıyor, kendimi tokatlayıp da dindiriyorum yıldızların hüznünü ancak
Senden kaçtığım her gece günah çıkardığım bir tanrılar engizisyonu
Zangoç inadına ezan sesine ayarlıyor cezamın kesildiği anki gong sesini
İninde boylu boyunca uzanıp avuçlarını göğe açan bir çakalım
Hangi günahı unutmaya kalksam öteki ışıldıyor mum eşliğinde
Kalbimi yalnız sana emanet etmiştim oysa
Söyle hangi kilidi kaybettiysen onun ağıdını yakayım
Hangi yıldızı seçtiysen o kaysın gözlerimden
Bir kadeh susuz rakıyı soluksuz içtin de şaşırdı kalbim
Ne zaman seni çok sevdiğimi söylesem
Sesini hafifçe inceltip “Yalancı” dedin bana
Ne zaman ayrılırken yüzümü denize döndüysem
İskeleden bir hayalet uğurladı sanki beni
Biliyorum ne kadar özür dilesem yeni yağmurlar yağmayacak saçlarına
Bir kez gücüne gitti çünkü ani gitmelerim
Neler mi yitiririm o masalın sonu yavan biterse,
O aşk kaynayıp giderse bir yığın ayrıntı içinde?
Kursağımda bir ömrün basamakları kalır belki
Kalbimden düşlerine tırmanırken yıldızları tökezleten
Bu da mı yetmez? Ölüp ölüp dirilen bir günahsız kul olur çıkarım
Yaşatamadığı günlere sayar onu da tanrı
Çetin bir iç savaş yaşadı kalbine gömüldüğümüz o deniz
Dalgalar ve martılar birer ihanet kumkuması
İnce bileklerin zincirine sevda düşürdü de kıskandım pasını
Pusulayı, dümeni, sancak ve iskeleyi hep yanlışa ayarladım mahsus
Ama kaç kez bozulduysa o büyü
Bir şeytanlık yapıp sızdım yine düşlerine
Yüzeyde ilk vurgun yiyen ademoğlu benim, ne olmuş?
Bu da yazılıversin kaptanın şapkasının içine
Mavi ne koyu maviydi ki gözlerindeki ışıltıyı aşk sandım
Meğer deniz kalbine misafir olana kendi beğendiği acıdan sunarmış
Ellerinden geriye ne kaldıysa bir o kadar uzadı ömrüm
Ne zaman uzaktan görünsen bir hayal ortasındayım sanki
Beni bana benim dilimden başka her şeyle anlat
Kusur bul söyleyemediğim şarkılara, bir maraz tut gidiyorsam erken
Değil mi geceleri kendi yalnızlığıyla yatan bir allahın kuluyum
Gövdeme yuva yapar yarasalar benden habersiz
Kuş uçurtmazlar içimde büyümesin diye gökyüzü
Oysa salaş bir meyhane kadar tenhalardayım
Bağışla, peçeteye şarkı adı yazıp uzatamadım sahneye
Bu yüzden sana hiçbir ithafım kalmadı kalbimden başka
Baktığın bütün kapılar asma kilitliydi
Kalbini verdin de yine açmadı sana düş yüzünü
Kırk haramiler kırk bir kere maşallah
Ellerinde iki yanı keskin kılıçla bulut düşürdüler gökyüzünden
Sana altın bir tas içinde kalbimi sundular
Yüzün ekşimesin diye karagöz oynattı soytarı
Ah vah eyvah ettin de ter içinde uyandın
Bir baktın kalbim yanı başında ama yine senden epey uzak
Şimdi hangi tanrı caydıracak beni aşkın nefesinden
Hangi derviş hu çekecek korkumun büyüdüğü mağarada?
Eskimiş bir öyküydü bende kalan
Biraz senden bir parça, biraz anılarda biriken sözün tortusu
Neyi anlatmaya kalktıysam yarım kaldı senin nezdinde
Neye vursam kendimi hep gözlerini yeniden deli gibi hatırlamak için
Vurgunsa vurgun, yağmaysa yağma, aşksa aşk
Ömrümün şiddeti kalbinle buluştu da bir yıldız kaydı içimde
Ay yarım döndü, mevsimler usandı tekrarlanmaktan
Resmi bir resepsiyonu rezil edecek bir yaramaz çocuk
Dil çıkarıp duruyor şef garson servis yaptığı an
Güya orkestra da Portofino’ya odaklanmış
Bilmezler kalbinde çiğnenmemiş bir nergis korusu yatmakta
Koronun kulak verdiği yerde öteki şef anıları yönetemiyor
Kimse tutamıyor ucundan o gecenin, o ömrün
Her yer nergis sağanağı, yaramaz çocuk pabucunu dama atmış nelerin
Bense kımıltısız bir köşede kendi gölgemin peşindeyim
Gölgem sana bir düş daha getirecek ne olur kaçma
Ne zaman erken kaçsan gece kendinden utanacak kadar uzuyor
Kimsesizsin evet en az hayat kadar çorak
Bu yorgunluk bir yerden çıkar dedikçe şarkılar aksıyor
Elimde değil, yapma bir dünya getiriyorum sana
Denizi yalanla yapıştırılmış, kasabaları bölük-pörçük koskoca bir cihan
Meğer atlasın rengi her gece başka değişirmiş
Bir de aşka sırtını dönüp gidenlere yar olmazmış hayat
Bunu da anlamıyorsun ya artık ben gam yerim
Boğazıma kılçık olur sensiz gidilen rüya
Ah çekilir bir eski rüzgarın kırıp döktüğü dala
Yaprağın ömrü nereye kadardı? Rengini kim kaçırdı düşlerden?
Sonunda kalbim geldi yine sana dayandı
İster kınından çekip savur sözün hançerini
İster dilinin altında sakla bir ömür
Nasılsa benden yana hiçbir baharda kar birikmez
Bir gazel söylerim eriyip dökülür yıldızlar
Yenildin mi? Yoksa herkesin zafer sanıp çığlık attığı cehennemde
tek suskun çiçek miydin?
Geriye hangi mevsim kalırsa kalsın sözünü esirgedin aşktan
Kimler sırat boylarında uykusuz bekledi de söylemedin
Ne zebaniler kendi harladıkları ateşte şaşkına döndü
Bilmezmiş gibi uykunu bölüverdim imkansız bir şarkıyla
Kelimeler o sessizliği kımıldatmaya yetmeyecekti elbet
Şimdi uçsuz bucaksız bir kervanı andırıyor gözlerin
Kirpiklerinde yorgun bir efsanenin tozu dumanı
Kalbindeki hangi sayfayı açsam biraz daha ürkecek küheylan
Ben öteki sayfadaki kaçışın ayak izlerini merak edeceğim
Sonsuza kadar sürecek bu yolculuk düşlere bata çıka
Ama bir tek kelime bile bulmayacak yerini
Değil mi sen ağladıkça gökkubbenin perdesi kopkoyu yırtıldı
Artık neyi susarsan sus aşktan uzak olmayacak