SANATTA TUTKU’YU AŞABİLMEK
"Tutku", sözlük anlamıyla, "delicesine, ısrarlı bağlılık" ya da "duyarlığın önlenemeyen, engellenemeyen dışavurumu" biçiminde tanımlanabilir. Belki çok Freudyenbir tanım ama, "cinsel enerjinin en yoğun yansıması" da denilebilir. Bu anlamda, sanata ve edebiyata özgü yoğun bir bağlılık olduğu kadar, kimi kez bunu da aşan oranda, dizginlenemeyen bir aşkınlaşmışruh hâli olduğu kesin.
En çok da, sanatçının nesnesine bakışını daha anlamlı,daha duyarlıve daha dikkate değerkılmak amacıyla bağlanmakta sakınca görmediği bir üstbenboyut...
Gelelim, sanat ve edebiyat dünyasındaki kimi somut örneklerine. Doğrusu, Şebnemİşigüzel'insansüre uğrayıp 'sakıncalı' sayılan bölümleri Muzır Kurulu’nun kararı doğrultusunda siyah bantile kapatılan ilk öykü kitabı Hanene Ay Doğacak(1993) ile bir yıl sonra yayımlanan Öykümü Kim Anlatacak'ta oldukça belirgin biçimde görülen ve biraz da naifbir anlatımla ortaya çıkan erotizm, anlaşılıyor ki, yazarın sorunsalkabul ettiği tutkuyu aktarmakaygısından kaynaklanmakta.
Bu 'kaygı', belki yazarın kendisi tarafından duyarlılıkolarak görülüyordur, kimbilir; ama tabuları yıkma yolunda her yolun mubah olduğu şeklindeki bir yargıya katılmak -en başta- çok da dürüstçe olmayan bir yöntem olması açısından bana ters geliyor.
Peki, sorun nedir? Tutkunun yansıtılmasımı, yoksa aşılmasımı?... Şebnem İşigüzel'e sorarsanız, acemiliğininkılıfı "henüz genç bir yazar olması". Hatta, bunu daha çok yazarak aşmayı düşünüyormuş! Burada sorun, Şebnem İşigüzel'in daha çok kendisini ilgilendiren bir 'yaratı süreci'nin gündeme getirilmesi olsaydı, tartışma zemini dar bir kapsamda kalır, kimse de kendisini üçüncü sınıf öykülerokumak zorunda hissetmezdi. Ama bu yapıtların Türkiye'nin en seçkin yaymevlerinden biri olan Can Yayınları'nca yayımlanması ve üstelik Hanene Ay Doğacak'm 1993 Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü kazanması, ister istemez sorunun boyutlarını genişletiyor.
Aslında sorun İşigüzel'in acemi erotik öyküleri de değil; çünkü genç bir yazarın içinde taşıdığı potansiyel enerjiyi-sanat yapıyorum diye- kinetik enerjiyedönüştürerek -sözde- cinselliği içeren edebiyat metinleri oluşturması, ama bir başka açıdan da, kendi sınırlarını ve bugünkü düzeyini itiraf edecek kadar da alçakgönüllüdavranması, ikilemli görünse de, aslında tam bizim edebiyat dünyamıza özgü bir şaşkınlık!
Özdemir İnce'ninünlü bir sözü vardır: "Genç yazar, gençşair, genç öykücü diye bir şey yoktur. Bir insan yazmaya başladığı an kendisine Schakespeare'i rakip seçmiştir!”I" der. Bu noktada, genç yaşta iki öykü kitabı birden ardarda yayımlanan Şebnem İşigüzel'in sansüre uğrayan ilk kitabının yarattığı toplumsal etki dışında edebiyat dünyasına bir yenilik getirdiğini söylemek fazla iyimserlik olur.
Gelelim asılkonuya: Son yıllarda özellikle edebiyat ve sinema alanında giderek yaygınlaşan tutkuimgesi, kimi kez -ve çoğunlukla- cinselliğe, kimi kez de şiddeteuzanan boyutuyla, ilginç bir düzleme yerleşti kaldı. "Sarı Tebessüm" filminden, Müjde Ar'ın rol aldığı çoğunluğu Atıf Yılmaz imzalı filmlere; küçük İskender'in şiirlerinden Kürşat Başar'm öykülerine dek uzanan bu boyutun geçmişi elbette yeni değil. Murathan Mungan’ın "Son Istanbul" ve "Cenk Hikâyeleri" adlı yapıtlarında yer alan öyküler de bu sürece eklemleniyor, Duygu Asena ve Füsun Erbulak'm edebiyat yapıtı sayılması fazlaca iyimserlik gerektiren karalamaları da. Hele adı son olarak bir 'tecavüz skandalı’na karışan Metin Kaçan'm "Ağır Roman"ı ile kendilerini 'erotik şair' ilân eden bazı -sözde- kadın şairlerin -sözde- yapıtları, hep bu tutku’yu dile getirme çabasının ürünleri...
Aslında, sanat ve edebiyat dünyası adı konulmamış bir tutkuyu aşmasüreci yaşıyor. Ama öncelikle tutkunun boyutları ve yansımaları ortaya konuluyor: İnsan ilişkileri, cinselliğin ulaştığı-ulaşamadığı noktalar, şiddetin derecesi, tüm bu birimlerdeki sapmalar, yanlışlıklar, çelişkiler ve doğrular... Ancak tutku'yu aşma sürecinin bilinçli bir doğrultuda yürütüldüğünü söylemek pek doğru olmayacak; el yordamıyla açılmaya çalışılan bir kapı, kimi kez de iyice kilitleniyor!
Edebiyata ilişkin kaygılarım saklı kalmak kaydıyla, ne Şebnem İşigüzel'in bu yoldaki gayretlerini küçümsüyorum, ne de küçük İskender'in şiirlerinde yaşatmaya özen gösterdiği tutkuyu hiçe sayıyorum. Hele hele Murathan Mungan'daki o rafine duyarlığın kimi kez gösterdiği sapmalarınvarlığı dahi beni rahatsız etmiyor. Bu süreci yaşamak zorundayız. İnsan doğasına ilişkin her türlü ayrıntı elbette sanatın doğrudan nesnesidir; hiçkimsenin de bunu yok saymaya ya da küçümsemeye gücü yetmez. Ama konu sanat olunca, tutkuların dile getirilmesindeki düzey hepimizi ilgilendiriyor.
Tutucu bir kavrayışla bu sorunun üstesinden gelmeye yeltenmek de yakışık alır bir ahlâk anlayışı değil. Madem ki tabusuz ve demokratikbir sanat anlayışını, etiğini kendimize rehber kılmak istiyoruz, o halde yakınımızda ve bizatihi kendi doğamızda yaşanmadığı halde kimi depremleri ya da volkanları yaşayan, hisseden bedenlerin ve beyinlerin tutkusuna da önyargısız yaklaşmak zorundayız.
Belki önümüzde yer alan edebiyat örnekleri tutku'nun aşılmasındançok onu yansıtanürünlerden oluşuyor; ama bu sürecin belirli bir tamamlanma ânıolmadığına göre, bu sancıyı da her boyutuyla yaşamak durumundayız. İnsan duyarlığının nerede sona ermesi gerektiğini gösterir doğal bir yasa ya da bir ölçü var mı? Hayır. 0 halde, 10 yıl sonra belki tartışma nedeni dahi müstehzîbir gülümsemeyle karşılanacak olan bu konuda fazlaca muhafazakâr davranmanın bir anlamı yok.
Evet, gerek kültürel, gerekse cinsel açıdan dünyanın en güzel, en estetik ve en zeki varlıkları olan o eşsiz kadınlar dururken,bir erkeğin kendi hemcinsine karşı ilgi duyması, bana da pek'akıllıca' bir davranış biçimi gibi gelmiyor; ama bu vargım ya da önyargım, herkesin kendi bedeninin dilini çözmeye çabalaması gerektiği yolundaki gerçeklik karşısında elbette ikinci plânda kalıyor.
Bu nedenle, her ne kadar tutku'nun aşılması yönündeki gayretleri biraz daha körüklemeyeçalışıyorsak da, kimbilir, belki de sanatın varoluş biçimlerinden birini aşma yanlışlığı gösteriyoruz!
Yeni Biçem dergisi, Nisan 1995, Sayı: 24
PS: Şebnem İşigüzel, bu yazıdan tam 7 yıl sonra “Sarmaşık”, 9 yıl sonra da “Çöplük” adlı romanını yayımladı. İkisi de son derece ustaca yapıtlar. Öyküleri hakkındaki olumsuz görüşümü korumakla birlikte, bu hakkı teslim etmeden geçmeyi saygısızlık addediyorum. (C.O)