İSMET ÖZEL: TÜRK ŞİİRİ'NDE NÂZIM'DAN SONRAKİ SÜVA
 
         Peşin söyleyeyim: Aslında bu yazı, tam 12 yıldır kaleme alınmayı bekliyor. Yanlış anlamayın: İsmet Özel’in hangi saikle yazdığı belirsiz o meşhur “Sivas Göklerinde Sırp Tayyareleri Uçacak mı?” yazısının yarattığı infialin biraz daha soğumasını beklediğimden değil. Çünkü, ola ki, İsmet Özel gibi ‘duyarlı’ bir şair bu konuda ‘özeleştirisini’ yapacak ve zaman/hukuk/tanrı karşısında nasıl yenildiğini itiraf edecekti. Olmadı. O noktada biz yenildik. Galip sayılan İsmet Özel ise vicdanında o yazının yaftasıyla kıyamete kadar mağrur gezebilir!
         Yine de, İsmet Özel şiirine/duruşuna ilişkin belirlemelere geçmeden önce, hiçbir önyargıya ve komplekse kapılmadan, Sivas katliamıyla ilgili olarak İsmet Özel ile kıyasıya bir hesaplaşmaya girişmek istiyorum. Bu çabamın, katilinin portresini çizmeye çalışan bir kurbanın tutumundan farkı olmadığını düşünebilirsiniz. Ama ben bunu sadece kendi vicdanımı rahatlatmak için değil, eşsiz şiirsel serüveninde “kara bir leke” gibi Sivas’la ilgili değerlendirmeleri taşıyan İsmet Özel’e bu statükoculuğu yakıştıramadığım için de yapmak istiyorum. Velev ki -Enis Batur’un deyimiyle Attilâ İlhan ile birlikte “kendinden başka kimseyi beğenmeyen”- bu büyük şair biraz olsun içinde sızı duyar.
         Peki, İsmet Özel, Sivas katliamı konusunda niçin zaman/hukuk/tanrı karşısında yenildi? Zaman ve tanrı bahsine geçmeden önce -çünkü bu ikisi zaten İsmet Özel’in son 1,5 yıldır geçirdiği nihai dönüşüm evresine denk düşen bir yenilgi tarzına işaret ediyor-, “hukuk” açısından bu yenilginin gerekçelerine ayrıntılı şekilde bakmak zorunlu gözüküyor.
Sonra da, İsmet Özel’in Sivas katliamından hemen 6 gün sonra kaleme aldığı o meşhur yazıyı irdelemek istiyorum.
        İsmet Özel, Sivas katliamı konusunda hukuksal açıdan yenilmiştir. Tıpkı bir zamanlar hamiliğini yaptığı gürûhtan Refah Partisi Milletvekili Şevket Kazan gibi! Hatırlanacak olursa, Şevket Kazan, Anayasa’nın “Milletvekilleri, devlete karşı işlenen suçlarla ilgili davalarda avukatlık yapamaz” amir hükmüne rağmen, Sivas Olayları Davası’nda bir kısım sanıkların avukatlığını yapmaya yeltenmişti. Şevket Kazan’ın katliamcı ve destekçisi gürûha karşı vermek istediği mesaj açıktı: “Arkanızdayız”...
        Ancak adalet, Şevket Kazan’ın tuzağına düşmedi ve Sivas Olayları Davası’nda sanık avukatı olma isteğini reddetti. Ama Kazan da mesajını vermiş oldu.
        İsmet Özel’in bu konudaki tutumu Şevket Kazan’dan bir adım daha geride değildir. İsmet Özel’in, Milli Gazete’nin 8 Temmuz 1993 tarihli nüshasında çıkan “Sivas Göklerinde Sırp Tayyareleri Uçacak mı?” yazısı aynen şöyle:
 
     “Türkiye’de 12 Eylül’den sonra yeni bir askeri müdahale olup olmayacağı çevresinde dönen bir soruşturmaya cevap verirken, hatırımda kaldığı kadar şöyle demişti bir zaman önce Aziz Nesin: “Eğer Müslümanlar (lafzen şeriatçılar dese gerek) bir tehlike arzederse orduyu biz çağırırız.” Bu sözleri bir günlük gazetede okuduğumda bir kimsenin ilginç olmak uğruna nerelere savrulabileceğini fark edip şaşırmış ve fakat “Biz” dediğinin kimlerden oluştuğunu pek anlayamamıştım. Acaba diyorum bu günlerde cuş u huruş ile içine daldığı faaliyet “orduya davetiye” fikrini kuvveden fiile çıkarma isteğinin bir uzantısı mı? Bilemiyorum. Bilemediğim çok şey var. Eğer birileri bir ordu çağıracaksa, bu nasıl bir ordu olacak? Müslüman öldürmekte uzmanlaşmış Sırp ordusu bu iş için biçilmiş kaftan değil mi? Gözlerimizin önünde bir şeyler oluyor. Ülkemizdeki laik düzeni savunan çevreler bile Bosna Hersek’te olanların Kıbrıs’ta tekrar edilebileceği endişesini dile getiriyor. Anlaşılan endişe duyulması gereken bölge Kıbrıs’la sınırlı kalmayacak. Nerede Müslüman varsa oranın icabına bakmayı kendine görev bilen birileri hep çıkıyor. Aklıma takılan soru şu: Aziz Nesin gibilerinin kendilerini güvenlikte hissetmeleri için Sırp (veya Grek, Ermeni, Rus veya Amerikan) uçaklarını Sivas Semalarında görmeleri mi gerekiyor?
     Müslümanların icabına bakma gayretkeşliği her türlü dolambaçlı yolu deneyebileceklerini düşündürdüğü gibi Aziz Nesin’in Sivas olayları sonrasında ağzından dökülen laflar “davetiye” niyetinin ne kadar ciddi olduğunu da gösteriyor. Başbakan Tansu Çiller saçlarından, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kravatından sürüklenecekmiş! Bu sözler, açık bir kışkırtmanın ötesinde anlamlara sahiptir. Müslümanlar haysiyetli, yurtsever, millet bütününün selametini kapsayan bir siyaset lehine ağırlıklarını koydukça sol görüşler ve bu görüşlerin şampiyonları toplum hayatında hak edilmiş bir yer bulamıyor. Sol kendi yerinin ancak ülkeyi batağa sürükleyenlerin yanında olduğunu kabul ediyor. Bütün bu hırçınlık ve habaset de bundan. Bir süre sonra çıkıp şunu söyleyebilirler: Müslüman kimliğini sahiplenen Türkiye ortaya çıkacağına Türkiye hiç olmasın. Giderek olayların Türkiye’de yaşayan insanları şöyle bir tercih karşısında bırakma ihtimali kuvvet kazanıyor: Ya Müslüman Türkiye veya hiç!
     İslamî dönüşümün Türkiye için ideal toplum tasarımı olmaktan ziyade bir zaruret haline geldiği günden güne daha belirginleşiyor. Ülkemizde dünya sistemine teslimiyeti ifade eden bütün politikalar iflas etmiştir. Daha gerçekçi dille söylemek gerekirse Türkiye İslam’dan uzaklaşmanın rantını yiyememiştir. Batılılaşma ülke insanı için bir tuzak yemi olarak kullanılmış, İslam kimliğinden kopma karşılığında vaadedilen ücret ödenmemiş, Türkiye elini verdiği için kolunu kurtaramamıştır. Millet olarak İslamî bir kararlılık gösterememenin cezasını çekiyoruz. Başımızda dolana belayı defetmenin yolu Sivas (veya Kayseri) semalarında Sırp uçaklarını davet etmekten geçmez.”
 
         Bu yazıda en önemli unsur, İsmet Özel’in “Müslümanlar haysiyetli, yurtsever, millet bütününün selametini kapsayan bir siyaset lehine ağırlıklarını koydukça, sol görüşler ve bu görüşlerin şampiyonları toplum hayatında hak edilmiş bir yer bulamıyor” iddiası. Bu sözün Sivas katliamının hemen akabinde söylenmesi şaşırtıcı. İsmet Özel gibi birey ve kendi olmanın önemini kavramış ve her şiirinde bu olguyu biraz daha kemikleştiren bir şairin, 33 kişiyi Madımak Oteli’ne hapsedip diri diri alevlere terkeden ve bunu yaparken de histeri nöbeti geçiren binlerce kişinin günahını sırtına alması gerekiyor mu? O gürûh mu, “Haysiyetli, yurtsever, millet bütününün selametini kapsayan bir siyaset lehine ağırlıklarını koyan Müslümanlar?” Şevket Kazan gibi ömrünü oy avcılığına adamış bir siyaset adamı ile bir şair nasıl aynı kefeye girer? İsmet Özel bu tercihi neden yaptı ve niçin hâlâ o tercihin içinde yalpalıyor?
        İsmet Özel’in o yazısı, solda ve edebiyat çevrelerinde pek çok tepkiye neden oldu. Hatta Cezmi Ersöz, “Elveda İsmet Özel” diye yazı yazdı. Ama İsmet Özel, ne o inadından vazgeçti, ne de 33 kişinin ölümü karşısında verecek makul bir cevap bulabildi.
        Aksine, Zaman gazetesinde Nuriye Akman ile yaptığı söyleşide (17 Eylül 2003) diyalog aynen şöyle geçiyor:
 
            “Nuriye Akman: Ece Ayhan’ın şöyle bir sözü varmış sizin için: ‘Silgiler silerken, silinirler de.’ Sizin silgi gibi çalıştığınızı ima etmiş, böyle bir şey doğru mu?
            İsmet Özel: Onun böyle bir sözü olduğunu, dolaylı olarak biliyorum. Bütün bu laflar Sivas olaylarından sonra çıktı. Benim ahlayıp vahlamamış olup, tam tersine, ‘Sivas göklerinde Sırp tayyareleri uçacak mı?’ diye sormam sol görüşlülerin benim asla savunulacak bir tarafım kalmadığı fikrinde toplanmalarına neden oldu. Bundan da hiç şikâyetçi değilim.
            Nuriye Akman: Ama sizin için insanların yakılmasını onayladınız gibi bir anlama oldu.
            İsmet Özel: İnsanların yakılmasını onaylamam için, benim o yakanların ekibine dahil olmam lazım. Otelin kuşatılması ile yanması arasında yedi saat var. Herkes Ankara’yla temasa geçildiğini gayet iyi biliyor. Ve bu olay oluyor. Ne Müslümanların, ne İsmet Özel’in birtakım insanların yanarak ölme hadisesinde bir dahli var. Burada bir kasıt var, ama bu kasıt kime ait ve kimin icraatı bu? Bu hiç konuşulmuyor. Demek ki bundan faydalanan birtakım insanlar var. Hemen akabinde Başbağlar olayı. Ve biri diğerine hiç benzemeyen iki şey. Ama sanki intikam hadisesi gibi. Şimdi bütün bu karışıklıklar içinde Türkiye’nin lehine bir ses olmak, eğer kötü bir şeyse, ben bu kötülüğün tamamını üzerime alıyorum. Ve Sivas olayları için hâlâ ahlayıp vahlamıyorum.
            Nuriye Akman: Öyle demeyin.
            İsmet Özel: Derim. Bunun Alevi–Sünni çatışmasını çıkarmak için çok özel bir çalışma olduğunu düşünmemek mümkün mü? Daha önce Maraş olayları var. İstanbul’da Gaziosmanpaşa olayları yaşandı. Ve mesela o sırada ben ‘Eğer ajanlar devredeyse Alevi’siyle Sünni’siyle hepimiz devletiz’ diye bir yazı yazdım ben. Neden insanlar bunu öne çıkarmıyor? İnsanların salaklığına saygı mı duymam lazım?
            Nuriye Akman: İnsanların yanmasından memnun olan bir adam görüntüsü verdiniz.
            İsmet Özel: Benim insanların yanmasından memnun olduğumu ilan edenler, o yanma dolayısıyla bir provokasyonu gündeme getirememiş olmanın sıkıntısındadır. Böyle tuhaf bir duygu manipülasyonu ile Türkiye üzerine oynanan oyunlara alet olmak, güzel bir şey ise güzellik onların olsun. Çirkinlik nerede, ben oradayım. O yazı gazetede yayınlandığı zamanlar, hiç tanımadığım insanlar, bu yazıyı afiş haline getirip, duvarlara yapıştırdı. Bunu yapanlar kimlerdi? Onun için ben, elveda deyip, elimi yıkadım bu işlerden.”
 
         İsmet Özel, yıllar sonra, “...Ve Sivas olayları için hâlâ ahlayıp vahlamıyorum” diyebiliyor. Çünkü kendisine yönelik tepkinin nedeni, “o yanma dolayısıyla bir provokasyonun gündeme getirilememiş olması”ymış!
         Allah aşkına, elinizi vicdanınına koyun: Sivas katliamında yaşamını yitiren bir Behçet Aysan’ı, bir Metin Altıok’u, bir Asım Bezirci’yi  tanımıyor mu İsmet Özel? Derin devletin oyuncağı olamayacak kadar solda olduklarını bilmiyor mu?
         İnsanın aklına “yavuz hırsız” hikâyesi geliyor: Peki, Sivas katliamı sonrasında “Yaşasın şanlı Sivas kıyamımız” diye böğüren o gürûh bu provokasyonun neresinde? Bir gün o sanıklardan biri anılarını dürüstçe kaleme aldığında ya da katliamın ayrıntılarını bizzat itiraf ettiğinde, İsmet Özel yazdıklarından dolayı özür dilememek için bu kez hangi bahaneye sarılacak?
         Doğrudur, Sivas katliamı bir provokasyondur ve gizli kalmış çok az yönü bulunmaktadır. Bunu görmemek için herhalde İsmet Özel gibi kafayı kuma gömüp, olayla ilgili arşivlere bakmamak en kolayıdır. Sanık ifadelerine kulak tıkamak, televizyon görüntülerini hiçe saymak, katliamdan sağ kurtulanların sözlerine aldırmamak...
         İsmet Özel, bu ülkede derin devletin provokasyonlarıyla ilgili her cümlesinde haklıdır. Hatta, bu kuşkuya ilişkin Sivas’la ilgili ilk yazısındaki değerlendirmelerinde de büyük ölçüde doğrulara yer vermektedir. Bunu kimse yadsımıyor. Ama derin devlet kuşkusu üzerinden 33 kişinin kanına halel getirmek hiç de dürüstçe bir davranış tarzı değildir. Ölenlerden hiçbiri derin devlet konusunda İsmet Özel’den farklı düşünmüyordu ve yönleri soldaydı. Ama İsmet Özel gibi bir gürûhun günahına bağlanacak kadar da alçalmamışlardı. İsmet Özel’i yıkan da budur. Aradan 12 yıl geçmiştir ama nakavt durumdadır.  
         Ne yani, İsmet Özel’in provokasyon nidâlarına yankı vermek için, Sivas’ta yaşamını yitiren 33 kişinin anılarını çiğnememiz mi gerekiyor? Türkiye’de sol ben kendimi bildim bileli provokasyonlarla karşı karşıyadır. Ama İsmet Özel elini vicdanına koyup söylesin: Türk demokrasi tarihinde Müslümanların, inanan insanların Sivas katliamına benzer uğradıkları bir saldırı var mıdır? Böyle bir saldırıdan sonra herhangi bir yazarın, şairin, “İyi oldu, zaten provokasyondu, niye ah vah edeyim?” dediği vaki midir?
         Öyleyse, İsmet Özel, Sivas’ta sayısı binlerle ölçülen gürûhun ‘öldürme hakkını’ nasıl olur da meşru ve masumane gösterebilir? Türkiye’de laik kesimin statükocu bir bölümü de tepki gösterdi diye Sivas katliamını görmezden mi geleceğiz? O zaman İsmet Özel’in ne farkı kalıyor bunlardan? “Benim katilim iyidir” diyen derin devlet, İsmet Özel’e teşekkür mesajı mı yollasın?
         ABD Başkanı George W. Bush’un “Evanjelik” olduğu biliniyor. Evanjelizm, Amerika'daki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifâde etmektedir. ABD’nin Evanjelik Başkanı Bush da, “Ya bizdensiniz ya da düşman” anlayışıyla neredeyse tüm dünyayı karşısına alan paranoyakça bir gidişatın başaktörüdür.
         İşte o başaktörün Irak’taki ‘dublörleri’nin, Felluce’de camiyi basarak yaralı bir Iraklıyı kurşuna dizme görüntülerini bütün dünya dehşet içinde seyretti. Bir Müslümana yönelik bu şiddet eylemini, başta sol kesim olmak üzere herkes nefretle kınadı.
         Ama 2 Temmuz 1993 tarihinde, zihniyet olarak Evanjelistlerden farkı olmayan bir gürûhun Cuma namazı sonrası camiden çıkarak Madımak Oteli’ni sloganlar eşliğinde ateşe vermesinde –nedense- çapanoğlu arıyoruz!
         Utanmasak, ölenlerden, provokasyona mı yoksa cahil-cühelâ bir gürûhun şiddet ayinine mi kurban gittiklerini ispat etmelerini isteyeceğiz!
         Sivas’taki katiller ile Felluce’de camide yaralı Iraklıyı kurşuna dizen Amerikan askerleri arasında ne fark var? Ben size söyleyeyim: İsmet Özel farkı var.   
        
         İsmet Özel, Türk soluna bir özür borçludur. Bunu bugün mü yapar, yarın mı yapar, ahirette mi, bilemem. Ama bu özürü dileyinceye kadar, her Allah’ın sabahında, her şiirinin dizesinde, her uykunun arefesinde Sivas katliamının günahı boynunda olacaktır. “İnsanların yakılmasını onaylamam için, benim o yakanların ekibine dahil olmam lazım” demekle sorumluluktan kurtulacağını sanıyorsa, fena halde yanılıyor. Yeni Türk Ceza Kanunu’yla birlikte Sivas Olayları Davası’nın 12 hükümlüsü cezaevinden çıktı. Onların adını kimse hatırlamıyor bile. Ama İsmet Özel’in ‘kibirli’ sözlerinden geri adım atmamak için inatla yaptığı direniş sürüyor.
         Bir zamanlar gönülden bağlı olduğu kesime, son yazısında, “Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum” deme cesaretini gösteren İsmet Özel, iş geçmişteki gafını yalayıp yutmaya gelince tırsıyor.
         Halbuki her zaman yaptığı gibi sırtındaki o kamburu da atabilse, Türk şiirinde Nâzım Hikmet’ten sonraki süvari olduğuna herkes daha bir inanacak...
 

Cihan Oğuz, 2005-2017

Cihan Oğuz Facebook  Cihan Oğuz Twitter  Cihan Oğuz Instagram

Web Sitesi Tasarımı ve Yönetim Paneli